10 Mart 2008 Pazartesi

Ne oldum dememeli...

Anadolu lisesi, hazırlık ya da orta 1.. 3 adet mektup arkadaşı edinmişim, parayla.. Basıyorsun parayı, buluyorlar mektup arkadaşını.. Üçüne de ayrı ayrı mektuplar yazmaya başladım, ama beceremedim bir türlü.. Hepsi hemen hemen şöyle başlıyordu:

"Hello.. I'm Baris.. I'm 13 years old.. I live in Istanbul.. I'm 152 cm tall and ..."

Ne yazacaktım ki başka?

Evet, ben de bilemedim ne yazacağımı.. Dolayısı ile o üç kişiden hiç biri alamadı mektubumu.. Büyük kayıp(!)..

Sonra geldi edebiyat sınavları, gevşedi gönül yayları.. Sınavda kompozisyona 30 puan veriliyor, ama gelin görün ki şu kulunuz 15'in üzerini göremiyor.. Edebiyat, dilbilgisi, her şey OK, kompozisyon ı-ıh! Ana ders olsa sınıfta kalırdım, o derece.. Neyse ki öyle bir hata(!)ya düşmedi Milli Eğitim Bakanlığı..

Lise 2 civarında meslek ile ilgili kararımı da veriyorum; tasarımcı olacağım.. Reklam ajansında çalış, takım elbise giyme, eğlen, coş, çılgın paralar kazan, özgürlüğünden ödün verme, dolce vita! Çalışıyorum, çabalıyorum, sonunda dilediğim üniversiteye giriyorum..

Üniversite hayatına başladığım günlerde bir karar daha veriyorum; bu okul beni tasarımcı değil olsa olsa müşteri temsilcisi yapar, kendime tez elden bir iş bulmalıyım.. Önce Maslak Oto Sanayii Sitesi'nde bir matbaaya stajyer giriyorum; ilk işim fatura tasarımı.. Tasarım 101'i başarıyla geçtikten sonra 1 haftayı doldurup Beşiktaş'ta bir tasarım şirketine gönderiliyorum, matbaada harcanacağım anlaşıldığı için.. Bu ikinci iş yerimde tasarım, logo, kurumsal kimlik, poster, afiş vb. ile geçen üç buçuk aylık süre iş ile ilgili çok önemli bir prensip olarak bana geri dönüyor: Asla çalıştığın yerden birisiyle birlikte olma!

Öğrendiğim ve kendimi geliştirdiğim kadar tasarım bilgim ile eşe dosta işler yapıyorum.. Birkaç etkinlik afişi, birkaç logo vs. derken bir anda kendimi ülkenin en köklü network ajanslarından birinde stajyer olarak buluyorum.. Ama o da ne?

- Kreatif bölümde yer yok, o halde seni Medya Planlama bölümüne alalım..
- Eeeeaaaa.. Peki..

Medya planlamadaki resmi stajımın yarısından daha fazlasını kreatif bölüme kaçarak "değerlendiriyorum".. Aklım fikrim tasarım, tutmayın beni, sanat yönetmeni olacağım!

Staj bitiyor, ben haytalığa devam ediyorum.. Aradan yaklaşık 1 sene geçince aynı ajanstan aranıyorum:

- Bizde tekrar stajyer olarak başlamak ister misin?
- Kreatif bölümde mi?
- Evet..
- Ne zaman başlayayım?

Bu defa şans yüzüme mi güldü nedir?

Beni iki genç kreatifin yanına veriyorlar: Sanat yönetmeni Ahmet & Metin yazarı Cüneyt.. Bana ayrılabilecek herhangi bir Macintosh olmadığı için Ahmet'in yanına oturup, omuz üzerinden gazete okur gibi yaptıklarına bakıyorum.. Programların kullanımı, efektler vb. konularda ondan kapabileceğim pek de fazla bir şey yok ama iş "tasar" içeren kısma gelince öğrenilecek şeyler bitmiyor elbette.. Arada da Cüneyt'le konuşuyoruz, işin yazarlık kısmını da ondan öğreniyorum..

Yazmak ne kadar sıkıcı, tasarım yapmak süp-per!

Birkaç hafta sonunda bir müşteriden gelen TV reklamı briefini benimle de paylaşıyorlar: "Barış haydi sen de düşün bir şeyler.." Barış oturuyor, düşünüyor, aklına gelen birkaç fikri ustaları ile paylaşıyor, Cüneyt'ten şu yorumu alıyor:

- Bunları böyle bıdır bıdır anlatacağına oturup senaryo formatında yazsana?

Yazmak mı? Ne kadar uzak bana.. Senaryo formatını bir ara çalıştığım yapım şirketinden az çok biliyorum fakat yazmak başlı başına ısınamadığım bir olgu.. Bir yandan da benden bir iş istendi, bunu layıkıyla yerine getirmeliyim.. Hem böyle bir fırsat bir daha elime ne zaman geçer ki?

Fikrimi senaryo formatında yazıya döküyorum, müşteriye diğer fikirlerle birlikte gidiyor ve o da nesi? 3 yıldır reklam filmi çekmeyen müşteri benim fikrimi beğenmiş! Tebrikler, kutlamalar, aferinler arasında "Senin fikirlerin iyi, dili iyi kullanıyorsun, eh zaten art direksiyon sallayabileceğin makina da yok, gel seni yazar yapalım.." diyorlar ve o gün hayatım değişiyor.. Yazmaktan zerre haz etmeyen bendeniz için bir anda reklam yazarlığı meslek haline geliyor, tasarım ise hobi..

Peki what's the point arkadaş!?

Yazmayı uzun yıllar boyu sevmemiş, yazmaya ısınamamış biri olarak reklam yazarı oldum.. Internet ile 1997'den beri haşır neşir olsam da ağırlıklı olarak yazmakla ilgili olduğu için blogging'i de sevemedim sayın okur.. Amma ve lakin gördüğün üzere gayet ironik bir şekilde şunca yazıyı buraya dökmekten de geri kalmadım.. O halde bu gün bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçsin, sazlar çalınsın, kızlar oynasın, ilk yazım da böyle totally pointless olsun..



Sabrın için teşekkürler..


0 yorum:

Yorum Gönder